Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Yapay zeka artık arka planda çalışan bir teknoloji değil; kredi başvurularımızı, işe alım süreçlerimizi, eğitim ve sağlık hizmetlerini etkileyen görünmez bir karar mekanizması. Böyle bir güçten söz ederken asıl soruyu sormak zorundayız: Yapay zeka geliştirirken gerçekten insan odaklı kalmak mümkün mü, yoksa bu sadece şık bir kavram mı?
İnsan odaklı yapay zeka, basitçe “kullanıcı dostu” arayüz demek değil. Esas olarak, teknolojiyi amaç değil araç olarak görmek ve insanın haklarını, ihtiyaçlarını, iyilik halini merkeze almaktır. Bir sistemi tasarlarken yalnızca “Bu problem veriyle nasıl çözülür?” diye değil, “Bu çözüm kimin hayatını nasıl etkileyecek, kimi güçlendirecek, kimi geride bırakabilecek?” diye sormak gerekir. Yani işe koddan değil, insan hikâyesinden başlamak gerekir. Bugün işe alım, kredi, eğitim ya da sosyal yardım algoritmaları dikkatle tasarlanmadığında var olan eşitsizlikleri derinleştirebiliyor. Geçmiş verilerdeki ön yargılar modele aynen taşınabiliyor; belirli yaş grupları, cinsiyetler veya sosyoekonomik kesimler sistematik olarak dezavantajlı konuma itilebiliyor. Bu nedenle insan odaklılık aynı zamanda adalet ve kapsayıcılık meselesidir. Veriye bakışımız da bu noktada kritik. Veriyi “yakıt” ya da “petrol” olarak görmek yerine, bir emanet gibi ele almak gerekiyor. Hangi veriyi neden topladığımızı açıkça anlatmak, gerekenden fazlasını toplamamak, güvenliği ve mahremiyeti en az verimlilik kadar önemsemek, güvenin temelini oluşturur.

Elbette bu süreç sadece yazılımcılara bırakılamaz. Hukukçuların, psikologların, sosyologların ve gerçek kullanıcıların da sürece dahil olduğu, şeffaf, açıklanabilir ve itiraza açık sistemler kurmak şart. Kısacası insan odaklı yapay zeka, teknik bir ayrıntı değil; kurum kültürü, yönetim anlayışı ve etik duruşla ilgili bir tercih. Bu tercih yapıldığında, yapay zeka yalnızca işleri hızlandıran bir araç olmaktan çıkıp daha adil ve güvenilir bir dijital geleceğin altyapısına dönüşebilir.