‘Kendine Değer Katabilmek +1’ adlı kitabında insanın potansiyelini keşfetmesine odaklanan Dr. Levent Uysal, “Beceriksiz, yeteneksiz, başarısız insan yoktur. Sadece potansiyelini keşfedememiş ve bu potansiyeli nasıl yöneteceğini çözememiş insan vardır” diyor.
Önceki kitabınızda 5.0 kavramı üzerinden ilerlemiştiniz, bu kez de +1 olmanın yollarını açıklıyorsunuz. Peki, nedir +1 olmak?
+1 yani “artı bir” olmak demek, insanın potansiyelini keşfedip üstüne giderek kendine ve hayatına değer katması demektir. Hep kullandığım bir ifade vardır: “Ya hepimiz Picasso, Dalí, Tesla, Edison, Einstein, Atatürk, Edgar Allan Poe veya İbni Sina isek ve bunu bilmiyorsak?” Bu ifade şu anlama geliyor: Beceriksiz, yeteneksiz, başarısız insan yoktur. Sadece potansiyelini keşfedememiş ve bu potansiyeli nasıl yöneteceğini çözememiş insan vardır. Potansiyelini keşfedip bunun üzerine giden her insan sonuçta hayatına “artı bir” katarak başarıya ulaşır.
Kitabınızda “yetenek doğuştan gelmez, edinilir” iddiasına yer veriyorsunuz. Bu konuyu açar mısınız biraz? Hepimiz dahi olabilir miyiz?
Burada “yetenek”ten kastımız, beceri ya da maharetten ziyade, kendini keşfetme yeteneğidir. Kendini keşfetme yeteneği ise yaşam sürecinde kazanılır. Aslına bakarsanız yıllar yılı “Eğitim 5.0” diye adlandırdığımız kişiselleştirilmiş eğitim de buna hizmet eder. Eğitimi fabrikasyon bir anlayışla değerlendirecek olursanız hataya düşersiniz. Zira her insan farklıdır. Farklı bir dünya demektir. Nasıl ki her “dünya”nın şartları farklıdır, o zaman her insanın eğilimi olduğu alan, yetenekli olduğu dal, başarıya ulaşacağı branş farklıdır. O zaman her insan için spesifik bir eğitim sürecinin yürütülmesi gerekir. İşte “Eğitim 5.0” dan kastımız budur. Dolayısıyla “kendini keşfedebilme becerisi”ni kastettiğimiz asıl yetenek, doğuştan gelmez, edinilir. Her ne kadar Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisinde “kendini gerçekleştirme” en son basamak ise de insan kendini keşfetmeden ne barınma ve beslenme gibi temel ihtiyaçlarını, ne beğenilme ve kabul görme gibi sosyal ihtiyaçlarını, ezcümle ne de kendini gerçekleştirme ihtiyacını tam manasıyla karşılayamaz. Kendini ve potansiyelini keşfedip o potansiyelinin üstüne giderek tercih ettiği alanda ilerleyen insanı ise hiçbir şey engelleyemez.
Kitapta pek çok kavramın altını çizerek, örneklerle açıklıyorsunuz. Bunlardan biri de esnek akıl kullanma becerisi, nasıl gelişiyor bu beceri?
Esnek aklın temelinde olaylara ve olgulara başka açılardan bakabilmek yatıyor. Bakış açımızı değiştirmek ve esnek aklı kullanma becerilerini geliştirmek de önemli rol oynuyor. Herhangi bir konu veya olay üstündeyken, o olay ya da olgu ile ilgili özgün fikirler ortaya koyabiliyor muyuz, yoksa kalıplaşmış düşünceler arasında sıkışıp kalıyor muyuz? İşte esnek aklı kullanma becerisi burada ön plana çıkıyor. Bu yetiyi geliştirmek için kabullenici değil sorgulayan bir anlayış şart. Her bilgiye şüpheyle yaklaşacağız, sorgulayacağız, sorular sorup yanıtlar arayacağız, beyin fırtınaları yapacağız… Esnek aklı kullanma becerisini ancak böyle kazanabiliriz.
Siz gençlerle çok yakın temas halinde biri olarak günümüz gençlerinin başarı/başarısızlık kavramlarına bakışı konusunda ne düşünüyorsunuz?
Gençler en çok “başarı nedir” konusunda büyük yanılgı içindeler. Çok para kazanmak, çok ünlü olmak, işinde belli bir düzeye ulaşmış olmak, başarının yegâne tanımı olarak görülüyor gençler tarafından. Bu saydığımız olgular başarı mıdır? Şüphesiz başarıdır, ancak başarı sadece bu kıstaslarla ölçülemez. Ulu Önder Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bir sözü var. Diyor ki; “Ben, bir işte nasıl başarılı olacağımı düşünmem; o işe neler engel olur, diye düşünürüm. Engelleri kaldırdım mı, iş kendi kendine yürür.” Çok basit gibi görünse de müthiş derinlikli ve hayata bakış anlamında hepimize rehberlik edebilecek bir söz bu. O zaman bir işe başlarken başarı odaklı hareket etmeyeceğiz. Önce o işin yürütülmesi sürecindeki engelleri öngöreceğiz ve onları ortadan kaldırmak üzerine ilerleyeceğiz. Bu da planlı ve sistemli hareket etmekle olur. Ünlü bir söz vardır: “Türk gibi başla Alman gibi bitir” derler. Biz Türkler, bir işe başlarken büyük bir hevesle, günlük deyişle müthiş bir gazla yola çıkarız. Almanlar ise büyük iş küçük iş demeden disiplinleri ve planlılıkları ile ünlüdür. O zaman gerçek manada başarıya ulaşmak için bu mottoyu düstur edineceğiz. Çünkü çok zengin ve çok ünlü insan her zaman başarılı olmayabilir. Bana sorarsanız müşterisinin ayakkabısını pırıl pırıl boyayıp parlatan ayakkabı boyacısı da, sorumlu olduğu sokakları tertemiz yapan temizlik işçisi de başarılıdır. Önce bunu anlamak gerekiyor.
Hayata yeni adım atan gençlere tecrübelerinize dayanarak çok yerinde tavsiyeler veriyorsunuz kitabınızda. İlk adım için vereceğiniz ilk tavsiye ne olurdu?
Tekrar başa dönüyormuş gibi olacak ama gençlere ilk tavsiyem, her şeyden önce kendilerini keşfetmek olur. Ben kimim? Neleri seviyorum? Neleri sevmiyorum? Hangi alanlara becerim var? Bu konuları netleştirmek en önemlisi… Örneğin yazarlık konusunda beceri sahibi bir genci zorla müziğe yönlendirecek olursanız belki onu orta seviye bir müzisyen yapabilirsiniz ama belki de deha seviyesinde bir yazarın önünü tıkamış olursunuz. Yani siz o gençten yeni bir Mozart yaratmak isterken belki de o gencin içindeki Tolstoy’u ezmiş olursunuz. İşte o genç, daha yolun başında kendini ve potansiyelini keşfedip içinde bir Tolstoy yattığını fark eder ve o Tolstoy’u geliştirmek için çaba sarf ederse onu kimse Mozart yapmaya yönlendiremez. Gençlere en temel tavsiyem budur.